ESARET ADASI NARGİN

(Kafkas İslâm Ordusu'nun Bakü'yü kurtarmasının 101.yılına ithâfen)

Doç. Dr. Abdulhamit Avşar

"Keşke bu adaya (Nargin Adası'na) gitmez olaydım. Keşke bir deri bir kemik bedenleri, fersiz gözleri, âh-u zâr eden bu insanları görmez olaydım. Keşke, "efendim, su!", "efendim, yemek!", "efendim, giyecek!'" sözlerini işitmez olaydım. Keşke; (vücutları) çıplak, dudakları soğuktan titreyen, yüzleri morarmış anasız babasız çocuklarla konuşmamış olaydım. Keşke hastanede, başları kerpiç üstünde can veren yiğitlere rast gelmemiş olaydım."

Neriman Nerimanov

Nargin, Hazar Denizi'nin Bakü açıklarında bulunan küçük bir adanın adıdır. "Cehennem Adası", "Yılanlı Ada" gibi ürpertici namları da olan adanın bizim tarihimiz bakımından önemi, Birinci Dünya Savaşı'nda esir düşen askerlerimizin tutulduğu kamplardan biri olmasıdır.

Nargin'e götürülen Türklerin esaret hayatı, Sarıkamış sonrası başlar. Esir düşen -Rus kaynaklarına göre 3.500, bizim kaynaklarımıza göre 7.000- Türk askerinin bir bölümü burada inşa edilen esir kampına yerleştirilir. Türklerin yanı sıra Avusturyalı askerlerin de tutulduğu Nargin, o tarihlerde, tüm Azerbaycan gibi Çarlık Rusyası'nın işgali altındadır.

Ancak, Nargin'e getirilenler yalnızca askerlerden ibaret değildir. Doğu Anadolu'nun Rus işgaline maruz kalmış Kars, Erzurum, Ardahan gibi bölgelerinde yaşayan sivil insanlar da bu kampa konulurlar. Sivillerin içinde yaşı 80'i geçmiş ihtiyarların yanı sıra 2 yaşından 15 yaşına kadar çocuklar da vardır.  Kısa zamanda sayıları binlere ulaşan asker-sivil insanlar, bu adada yıllarca esir hayatı yaşamaya mahkûm edilirler.

Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslara esir düşen Türklerin hayatları üzerinde çok fazla araştırma yapılmamıştır, maalesef. Özellikle 1950'li yıllara kadar yayınlanan hatıratlar da tarihin tozlu sayfaları arasına gömülmüş, unutulmuşlardır. Oysa Rusya'daki esirler konusu hem Osmanlı Devleti'nin dağılmasına yol açan savaşın farklı bir cephesine ışık tutması hem de o gün Rusya içinde yaşayan Türklerin gösterdiği kardeşlik dayanışmasının anlaşılması bakımından son derece önemlidir.

Anadolu'daki işgal bölgelerinden tutsak edilen insanlar öncelikle Tiflis'teki geçici kampa götürülüyor, ardından Rus Çarlığı içinde inşa edilen daimî kamplara dağıtılıyorlardı. Seçilen yerlerden biri de Nargin Adası'ydı.

Nargin, Bakü açıklarında bulunan takımadaların en büyüğüdür. Büyük denildiğine bakmayın, yüzölçümü yalnızca 3,5 kilometrekaredir. 3.1 km uzunluğunda, 0.9 km genişliğiyle bitki örtüsü ve içecek suyu olmayan, asgarî hayat şartlarından mahrum bir adadır.

Ruslar, Azerbaycan'ı ele geçirdikten sonra, 19.yüzyıl ortalarından itibaren bu özelliğinden dolayı Nargin'i bir tutsak kampı haline getirmişlerdir. Buraya, en ağır cezalara mahkûm edilmiş olanlar konuluyor, adadan kaçışın zor olması, tabiî hayat şartlarının zorluğundan dolayı da "cehennem adası" olarak anılıyordu. Nitekim adada tutulan Türk esirlerinin de birçoğu açlık ve susuzluktan, esir kampını saran bulaşıcı hastalıklardan ve yılan sokmasından hayatlarını kaybedeceklerdir.

Doğu cephesinde esir düşen Türk askerleri, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen sonra, daha 1915 yılı başlarında Nargin'deki, insan yaşantısına hiç müsait olmayan barakalara yerleştirilmeye başlamışlardı. Sayıları hakkında kesin bir bilgi olmamasına rağmen 10.000 ila 15.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Öyle ki, her bir barakaya 100'den fazla insan konulmuştur. Böylesine zor şartlarda tutulan esirler; bakımsızlık, tıbbî malzeme yokluğu, uygun olmayan giyim kuşam neticesinde hastalanıp ölüyorlar, sağ kalanlar ise hâlsiz ve zayıf vaziyette hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.

Esirler, kendilerine verilen içleri otla doldurulmuş döşekler çoktan parçalandığından, kuru tahta üzerinde uyumak zorundaydılar. Bunun yanı sıra en çok da bir içim suya muhtaçtılar. Öyle zamanlar oluyordu ki, esirlere altı gün hiç su verilmediği bile oluyordu. Şehirden kayık ve gemilerle gönderilen suyu ise, öncelikle esir kampından sorumlu Ruslar kendileri kullanıyorlar, ancak onlardan arta kalırsa esirlere dağıtılıyordu.

Yiyecek durumu da tam bir vehamet arz ediyordu. Günde, yalnızca, içerisinde yağ ve et olmayan kaynar sudan ibaret çorba ve 100 gram kara ekmek istihkakları vardı. Çok geçmeden, verilen ekmek miktarı da yarı yarıya azaltılacaktı. Bunlara ek olarak, yıkama ve ilaçlama bahanesiyle esirlerin sağlam olan elbiseleri de alınıyor, yerlerine ketenden dikilmiş eski ve yırtık giyecekler veriliyordu.

Yıkanma imkânından mahrum olan esirleri bit basıyor; kolera, tifo gibi bulaşıcı hastalıklar da baş gösteriyordu. Kış aylarında ise esirlerin hayatı başka bir azaba çevriliyordu. Barakalar ısıtılmadığından, -45 derecelere ulaşan soğuktan yüzlerce esir donarak ölüyordu.

Esir kampının çevresine korkunç bir koku hâkimdi. Bu, ölümün kokusu idi. Hayatlarını kaybedenler, deniz kenarında esirler tarafından kazılan kuyulara üst üste atılıyorlardı. Cenazelerin İslâmî usullerle kaldırılmasına da imkân verilmiyordu.

Savaş meydanlarında esir düşenlerin çektikleri eziyetler, her zaman ölümle burun buruna yaşamaya mecbur bırakılmaları daha vagonlara doldurulmaları ile başlardı. Sağlam esirler, yaralı ve hasta olanlarla birlikte aynı vagonda gitmeye mecbur tutulurlardı. 30-40 kişilik vagonlara 100-150 kişi doldurulur, hayatını kaybedenler olursa -kimi zaman günlerce süren bir yolculukla ulaşılan- bir sonraki istasyona kadar bulundukları vagonda tutulurlardı. Bu, esir askerlerin günlerce ölülerle birlikte yaşamaya mecbur bırakılması demekti.

Esirlerin bu yolculuklarında, muhafızlar, genellikle Ermeni askerler olurdu. Bu ise daha fazla açlık ve susuzluk, daha fazla işkenceye maruz kalma demekti. Konuyla ilgili Fahrettin Erdoğan'ın "Türk Ellerinde Hatıralarım" adlı anılarında birçok misal bulmak mümkündür.

Birinci Dünya Savaşı'nın günbegün kronolojisine yer veren "Kaspi" gazetesinin "Tiflis'ten" adlı tefrikasında yer verilen bilgilere göre, Türk esirlerin Nargin adasına sevk edilmelerine 1915 Ocak ayının ilk günlerinde başlanmış ve ilk merhalede 523 er ile 4 subay buraya konulmuştur.

Esirlerin durumu 1915-1917 arası böyle devam etmiştir. Ancak Çar rejiminin devrilmesinden sonraki günler eskisini bile aratır bir hale gelecektir. Ortaya çıkan yönetim boşluğu Nargin'deki vaziyeti daha da ağırlaştıracak, yiyecek-içecek istihkakı gelmez olacak, kamp iyice bakımsız bir hâl alacaktır.

Diğer taraftan Ruslar, esirleri kafileler hâlinde halkın arasında dolaştırdıktan sonra Nargin'e götürüyorlardı. İçlerinde yaşlıların, kadın ve çocukların bulunduğu bu esirlerin -gösteri yapılırcasına- şehir içinde dolaştırılmaları, aşağılayıcı davranışlara maruz bırakılmaları halkın yanı sıra aydınlar, din adamları, tüccarlar gibi toplumun önde gelen insanları arasında da çok ciddî tepkilere yol açıyordu.

Böyle bir atmosferde, Nargin Esir Kampı'nda tutulanların vaziyetiyle ilgili bilgileri dünya kamuoyuna ilk duyuran ise, Azerbaycanlı aydın ve devlet adamı Neriman Nerimanov olacaktır.

Nerimanov, adaya yaptığı ziyaretten sonra 1200 esir Türk'ün ölümle pençeleştiğini, 6.000 kişinin ölümün eşiğine yaklaştığını, esirler arasında tifo, veba gibi bulaşıcı hastalıkların yayıldığını açıkladı. Kendisinin, böylesine çetin, ağır vaziyet karşısında dayanma gücünü kaybettiğini, hâlet-i ruhiyesinin bozulduğunu dile getiren Nerimanov, bir kısmını yazının başına alıntıladığımız sözlerini şöyle tamamlıyordu: "Men ağladım... Men, hastalık ve marazlar içerisinde kıvranan, düçar oldukları türlü türlü hastalıkların pençesinde inleyen insanların ah-u zarlarını işitip, birçoğunun hayattaki son anlarına şahit olunca dayanamayıp gayrı ihtiyari ağladım."

Bu bağlamda, Rus-Ermeni ittifakının hedef tahtasına çevrilen, bir yudum su, bir dilim ekmeğe muhtaç hâle gelen Anadolu Türklerinin katledilmelerine sessiz kalamayan Azerbaycanlı Türkler, kan kardeşlerinin çektikleri acıları azaltabilmek için çareler, çıkış yolları aramaya başlarlar. İlk olarak Azerbaycanlı aydınlar, Nargin'de tutulan çocukların eğitimleri için okul açılması hususunda teşebbüse geçerler ve bunda da başarılı olurlar.

Bu arada Rusya'da gerçekleşen 1917 Şubat Devrimi'nden sonra, Azerbaycan'ın muhtelif bölgelerinde, merkezî şehirlerinde Müslüman Millî Komiteleri teşkil edilmişti.

"Kardeş Kömeği", "Türk Esirlerine Yardım Komitesi", "Muhtaçlara Kömek" ve "Bakü Müslüman Hayriye Cemiyetleri", "Müslüman Kadınlar Hayriye Teşkilatı" gibi kuruluşların esas amaçları esirlere yardım etmek, onların vatanlarına dönüşlerini temin, kimsesiz çocuklara, yaşlılara, hastalara yardım elini uzatmaktı.

Mesela, Nargin'de esir tutulan ailelere, hastalara ve küçük yaştaki çocuklara daha çok özen gösterilmesini sağlamaya çalışan Muhtaçlara Kömek (Yardım) Cemiyeti, özellikle kimsesiz çocukların himaye altına alınması, onların Müslüman ailelerin yanına verilmesi gibi faaliyetlerini hayata geçiriyordu. Bununla ilgili bir haberi 7 Ocak 1918 tarihli "Açıq Söz" gazetesinde görmekteyiz. Habere göre, "Geçen gün Nargin'de esir sıfatı ile yaşamakta olan 130 küçük çocuk şehre getirilip Çemberekent'in önündeki eve yerleştirilmişlerdir. Bu (Türk) çocuklara bakmayı, tüm masraflarıyla birlikte 'Muhtaçlara Kömek Cemiyeti' üstlenmiştir. Bu yetimlere bakmak, cemiyete her ay 10 bin manata mal olacaktır."

Bu komitelerin en güçlü ve önder nitelikli olanı ise "Bakü Müslüman Millî Komitesi" idi. Alimerdan Topçubaşov, Mehmet Emin Resulzade ve Mehmet Hasan Hacınski gibi öncü şahsiyetlerin yönetici olarak görev aldığı bu teşkilât, "umumî millî menfaatleri korumak" parolasıyla hareket ediyor, millî faaliyet programları ilân ediyordu.

Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi'nin önde gelen amaçlarından biri de Nargin adasında tutulan Türk subay ve erlerinin kaçırılması ve muhtelif bölgelerde güven içinde yaşamalarının sağlanmasıydı. Bu hususta da çok önemli işler başaracaktır. Nitekim Azerbaycan arşivlerindeki konuyla ilgili Azerbaycan vatanseverleri hakkında açılan birçok soruşturma ve istihbarat raporuna ilişkin belgeler bunu açık olarak ortaya koymaktadır.

Aynı şekilde, Azerbaycanlı milliyetperver zenginler mali destekte bulunmak için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Bu bağlamda Hacı Zeynelabidin Tagiyev'in Murtuza Muhtarov'un, Ağababa Guliyev'in, İsmail Seferalibeyov'un, Ejder Aşurbeyov'un ve daha birçok varlıklı insanın katkıları unutulmazdır.

Bütün bu faaliyetlerin Azerbaycan'ın Rus işgali altında ve Rusya'nın Osmanlı Devleti ile savaş halinde olduğu bir dönemde gerçekleştirildiğini de özellikle vurgulamak gerekir.

Nargin'deki facia dolu hayatlar, 15 Eylül 1918'de, Bakü'nün Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslâm Ordusu tarafından kurtarılması ile son bulur. Burada tutulan asker ve sivil esirlerden sağ kalabilenler, yıllar sonra "cehennem adası"ndan kurtulma imkânı elde ederler. Esir askerlerden bir kısmı Kafkas İslâm Ordusu saflarına katılarak, Azerbaycan'ın bağımsız yaşaması için verilen mücadeleye katılırlar.

İşte, aynı etnik kökene, millî-manevi değerlere sahip Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, devletlerarası bir nitelik kazanmadan önce de sağlam temellere dayanıyordu. Öyle ki, Nargin Adası'nda tutulan esirlere yardımın, tarihin birçok döneminde iki kardeş halk arasında hiç kaybolmayan dayanışma, işbirliği ve yardımlaşmanın en güzel örneklerinden biri olduğunu ifade etmek gerekir.

Birinci Dünya Savaşı'nde esir düşen Türklerle ilgili pek fazla çalışma olmadığından söz etmiştik yazıya başlarken. Bunun istisnalarından biri, Türkiye Türkçesi'ne tarafımızdan aktarılan, değerli dostum, gazeteci-yazar ve akademisyen Akif Aşırlı'nın "Nargin: Sarıkamış-Kafkas Cephesi Esirlerinin Dramı" adlı çalışmadır. Bunun dışında, son zamanlardan çeşitli yazılar, araştırmalar ve belgesel çalışmaları yapılıyor olsa da, tarihin bu karanlık sayfasını aydınlatmak için gösterilmesi gereken daha pek çok gayret vardır.

Diğer taraftan esir tutulan asker ve sivil esirlerin, maruz kaldıkları zulüm ve işkencelerin iniltisi, hayatını kaybeden yüzlerce insanın dökülen gözyaşları ve feryatlarını bugün bile Nargin'in her yerinde duymak mümkündür. Dikkatli gözler ve kulaklar bütün bunları hâlâ görebilir ve duyabilir. Tabiî, kardeşlerini bu zulümden kurtarmak için kendi canlarını ve mallarını fedadan çekinmeyen Azerbaycanlı kardeşlerine de minnet duymayı unutmayarak.

Təklifinizi, şikayətinizi bizə yazın. Sizi dinlərik. 055 634 88 31